3 Ocak 2018 Çarşamba

Kelebek "OL"mak…



Her kelebek tutkunu, her kendine kelebeğim diyen kelebeği anlamış mıdır?
Yoksa göz alıcı, rengârenk kanatlar mı cezbetmiştir onları sadece?
Uçan bir güzellik midir kelebek onlar için yalnızca?
Oysa kelebeğin yolu, yolculuğu sadece uçmakla ilgili değil ki.
Bilmezler tırtılken nasıl süründüğünü, ne çektiğini.
Gözden kaçırmışlardır o tırtılın kelebek olmak için bir koza örüp kendi kendiyle yaptığı muhasebeyi.
Özü arayıp bulduklarında ancak kanatlanabildiklerini görememişlerdir.
Kelebek olup da o ilk kanat çırpışlarındaki o yaratılışı, o "OL"uşu, o olgunlaşmayı anlamamışlardır.
Kelebeğim demek kolay ama "OL"mak için o narin kanatlarıyla, binlerce kilometre uçabilecek inançtaki kelebek olmak o kadar da kolay değil…
Sığ bir ruhla "OL"mak pek mümkün de değil…

Kelebek, "OL"mak için bir ömrün harcanmış halidir.
Kelebek, "OL"abilmenin en güzel resmidir.
Kelebek olmak ,"OL"duranı ve "OL"uştan kastını bilmektir.
Hiçbir kitapta anlatılmayan inançtır kelebek, imandır…
Kelebek yaratanın en narin formudur anlayabilene…

Kelebek olmak sadece "OL"maktır.

25 Aralık 2017 Pazartesi

Mükemmelliği aramadan yollarda bulmak…




"Mükemmel"; olsun istediğimiz, kendi yazdığımız, kulaktan kulağa anlattığımız bir masaldı aslında.

Mükemmel yol yoktu… Mükemmel yolcu da yoktu…

Yol sadece yoldu… "Mükemmel" ise yol kenarına dizilmiş, ışıltılı, rengarenk kalıplarıyla göz boyayan, akıl çelici sahte tabelalardan ibaretti aslında var sandığımız, sandırıldığımız… 

Yolcu sadece yolcuydu… "Mükemmel" ise yolda geçirdiği zamanına ve o yollarının çıktığı yerlere ayak basmışlığına duyduğumuz hayranlıktı. Belki o yol kenarlarından topladığı ışıltılı taşlarına kabaran iştahımızdı. Belki de yolu ve yolculuğunu anlattığı ağdalı sözleriydi kandığımız, kandırıldığımız.
Oysa yolculuğumuzda, o  yolda karşımıza çıkanlarda sadece yolcuydu biz gibi, siz gibi… Bazıları peri, bazıları cadıydı belki ama hepsi yolcuydu.

Bir sanrıydı o "bildiğimiz", "dayattığımız", "dayatıldığımız" mükemmel.

Halbuki mükemmeli oynamaktan sıyrılırsak, mükemmeli aramayı bırakırsak, mükemmel kılmaya çalışmaktan vazgeçersek, her şeyimizle kendimiz olmaya ve her şeyiyle kendisi olmasına izin verirsek birlikte mutlu olabileceğiz. Sadece bir yolda, sadece bir yolcu olduğumuzu anlayabilirsek gerçek mükemmele yaklaşabileceğiz. Çünkü o "mükemmel" parçası olan her bir yolcu ile o yolun sonunda buluştuğunda var olacak…
Mükemmel için yolda "OL"un, yolcu "OL"un…


25 Nisan 2017 Salı

Kapılar


Kapılar…
Aç kapıyı bezirgân başı… Kapı hakkı ne alırsın, ne verirsin…
İçimde her daim ezgisini duyduğum o tekerleme ses bulurdu geçip gittiğim kapı önlerinde…
Üzerinde durmazdım bu sesin.
Garip bir çocukluk anısı olsa gerekti.
Çünkü kapıları pek sevmezdim ben.
 “Kapının önünden bir yere ayrılma!” tembihlerinden sinir olmuştum o sınırı belirleyen kapılara.
İlkokuldaki “Çık dışarı kapının önünde bekle!” cezalarıyla ergenliğin “Kapıma gelip yalvaracak!” çokbilmiş kızgınlıkları germişti aramızdaki ipleri.
Gençlik başımızda dumanken “Kapımda yatsa affetmem!” kırgınlıkları yok saydırmıştı varlıklarını.
Yetişkinliğe ilk adımdaki “Bu kapıdan bir kere çıkarsan bir daha giremezsin!” tehditleri ise yıkmıştı köprüleri.
“Bir kapı kapanır bir kapı açılır.” umudu da vardı arada ama bozuktu aramız işte.
Pek sevmezdim kapıları.
Kapının dışındaki yoldu benim sevdiğim.
Yollar benimdi, ben yolların.
Ben yollardaydım.
Yolları severdim ben.
Yollar da beni severdi bilirdim.
Ama o yollar hep kapılara taşırdı beni.
Her yolculuğumda bir kapı önündeydi verilen molalar.
Mola deyip geçiştirdiğim.
Elbet vardı yolun bir bildiği, bir bildirdiği…
Yol aldıkça açıldı yollar...
Yollar açıldıkça ise kapılar…
Derken yollarda kapıları sever oldum…
Açılanların sıcacık samimiyetini, açılmayanların soğuk öğretisini sevdim.
“Kapı hakkı ne alırsın, ne verirsin…”
Aldıklarıyla ve verdikleriyle sever oldum…
Her dokunduğum kapıda başka bir gizli kapısını araladım ruhumun.
Her kapımın ardında elimden tutup “kal” diye diretmeyen, cömert bir ben karşıladı beni.
O bana verdi, ben O’na.
Dışardakileri içeri verdim, içerdekileri dışarı aldım.
Aldıkça verdim, verdikçe aldım.
Görünmeyen ellerle yapılan bu bana has alışverişi sevdi ruhum.
Kapı önündeki bu gizli alışverişle zenginleşti benliğim.
Zihnimin ürünleri ise süsledi bu kapı sevgisini.
Her kapıya bir gerdanlık gibi dizdi “kimlere açıldı, kimlere kapandı” hayallerini.
Her kapının ardındaki hayata dair bir hikâyesi vardı artık aidiyetsiz ruhumun sessizce kendine anlattığı.
O her birinin rengi farklı, kokusu ayrı hikâyeleri kapı eşiklerinde kanatlarıma yükleyip taşıdım kapı kapı.
Sergüzeşt kelebek çalacak bir gün sizin de kapınızı ve girecek sizdeki kapısından…
Yol oldukça, yol aldıkça…
Dünya kanatlarımda…




11 Nisan 2017 Salı

Yolda Umut Var


Ufukta umut vardı…
Güneş kurşuni renklerini giyinmiş terk ediyordu yeryüzünü…
Hayaller vardı zincir vurulamayan, ele avuca sığmayan..
Güneş alınır mıydı ki avuca?!
Hayal o ya alınırdı.
Bir buseydi iş birliğinin teşekkürü.
Güneşten yanan avuç içine üfleyiş ise en gerçekçi yanıydı hayalin.
Böyle bişeydi inanmak…
Umutlu…
İstenen ama can yakan…
Güçtü inanmak…
Kendiliğine, kendine...
GÜÇtü inanmak…
En zayıf yanları onaran bir güç…
Tek yoldaştı inanmak…
Olmuş ve olacak her şeye rağmen, “rağmen”li cümleler kurabilmekti…
Umutlu bir yoldu inanmak...
Ben ki O’ndan başlamış bir yoldum yine O’na varacak.
Yol bendi, ben ise yol.
Yolu giden de bendim, gidilen yol da.
Her karşılaştığım kişide bulduğum bir “ben” vardı.
O’nun iyisi de bana dairdi kötüsü de.
Zordu başlarda anlamak.
Daha da zordu anladığını anlayışla karşılamak.
Yürüdüğüm yola inanmaktı, doğru yönü bulmak.
Böyle bişeydi inanmak…
Umutlu…
Yol alırken artık ufukta umut var.
Yolda umut var...

(“Yol insanların ufkunu açmaz, insanlar Yol’un önünü açar.” Konfüçyüs)

21 Mart 2017 Salı

Ekinoks


“İlkbahar bir bayram, bir uyanış, bir mucize, bir çılgınlık, olmayacak gibi duran bir şeyin oluşu…” Sait Faik

Geceyle gündüzün eşitliğiyle yeniden uyanıyor toprak ana. 
Güneşli güne ovuşturuyor gözlerini. 
Eriyen karların  suyuyla yıkıyor yüzünü. 
Çiçekli fistanlarını giyinip, mis gibi kokularını sürüyor. 
Kuşlar şakıyor dallarında. 
"Bahar" diye fısıldıyor baharla baharda gelen kelebeklerine konsunlar diye ruhunun derinliklerine. 
Ve bir gökkuşağı beliriyor göğsünde... 
Yine yollar canlanıyor hayalinde o rengârenk kuşağın altındaki bilinmez hazineye. 
Rota yok. 
Plan yok. 
Rehber yok. 
Amaç? 
Sadece o yol. 
Ne varsa yol üstünde yaşanacak.


"Kısa yaşanmışlıklar, yaşanmamışlıklardan daha iyidir." Tayfun Talipoğlu

Işığın karışsın aydınlığa çocukluğumun seyyahı. Yol hikâyelerin sergüzeşt ruhlarda.
Bir çiçek dalında gülümser, yeni bir hikâye fısıldarsın rüzgârla...

14 Mart 2017 Salı

Yollar Vardı Aklımda



Yollar vardı aklımda hep…
Bahçeden dışarı, yola çıkmanın dahi yasak olduğu o günlerde bile yollar vardı aklımda hep. Bahçenin demir kapısının ardındaydı oyunların en güzeli sanki. Bir çıksam o kapıdan “Ne kadar yüksekteler acaba?” diye merak ettiğim gökyüzündeki pamuklara dokunabilecektim.
Mahalle bakkalına bile vizesiz gidemediğim o günlerden biriydi. Okumaya bayıldığım o kalınca ansiklopedilerin birinde gördüğüm bir fotoğraf karesiyle kelimelere döküldü ruhumun çağrısı; gitmem lazım… O içinde kaybolduğum  sayfalarının birinin sağ alt köşesine sıkıştırılmış bir karede aydınlanmış, değişmişti küçücük dünyam. Fotoğrafın altındaki “Chain Bridge-Budapeşte” yazısını okurken bir büyüye kapılmıştım. Masallardaki gibi, çizgi filmlerdeki gibi girivermiştim fotoğrafın içine. Bilmediğim bir ülkenin, pırıl pırıl şehrinin ışıklarıyla kamaşmıştı şaşkınlıktan kocaman açılan gözlerim. Tatlı serin bir rüzgardı ruhuma dolan, o andan hafızamda kalan. “Yol” kelimesinin hissettirdiği de aynı tatlı serinlik her duyuşumda, okuyuşumda, söyleyişimde. Ve hep aynı sarı fotoğraf karesi gözümün önünde. Gitme fikrini ruhumdan alıp aklıma sokan, yolları yoldaş yapan o sarı fotoğrafa bir de arkadaş geldi kısa süre sonra. Bir dağın zirvesinden yamaçlarına doğru uzanan garip şekilli bir yapıydı “Machu Picchu-Peru”. İnkalara ait olduğu bahsedilen o harika yerin haritadaki yeri çoook uzaktı bana. “Yol var mıdır ki o kadar uzağa ve yükseğe?” derken yolların çoktan inşaası başlamış içimde.
Kimine göre şans kimine göre şanssızlıktı ilkokulun ilk beş yılında üç öğretmen değiştirmem. Her birini ayrı sevmiş, her birini ayrı yönlerden kahraman edinmiştim. 5. sınıfta Emel Öğretmenim taa Denizli’den gelmişti sadece bir yıl öğretmenimiz olmaya. Ablamın atlasını gizlice alıp bakmıştım o başka şehrin haritadaki yerine. Oradan bize hediye olarak izciliği getirmiş. Üniformasını ayrı, şarkılarını ayrı sevmiştim. Başlarda sadece etkinliklerde boy gösteren yavrukurtlardandım. Kamp hayatı ile tanıştım sonra. Gitmek için gerekli vize verilir olmuştu. Ordaki kamp ateşi tutuşturdu içimde kıpırdanan “yol”ların fitilini. Kalabalık gruplarla yollara düştüm önce.
Gittim, gitmeyi gördüm, gitmeyi tattım, gitmeyi anlamaya başladım, gitmeyi sevmeye ise çoktan başlamıştım. Hem içime, hem de aşığı olduğum o yollara çıkan kapılar açılmıştı artık bana. Tutabilen beri gelsin. Benimle beraber büyüdü içimdeki gitme tutkusu. Her hayalimde hep aynı yol vardı. Dünya üzerinde gerçekten var olan bir yol mu, varsa neresi olduğunu hala bilmediğim çift şeritli bir yol.  Tasvir edilebildiğim ayrıntıları “asfaltın aşınmış rengi” ve “pusun içinde belli belirsiz görünen ağaçlardan”dan ibaret. “Nereden nereye gider”e dair ne bir ibare var ne de his. Sadece yol. Bunca yıldır adımladığım, geçtiğim onlarca km yoldan sonra bile hala “o yol” aklımda. En kötü anımda içimden “of” diye haykırmak geldiğinde de, mutluluktan göz yaşlarım görüntüyü puslandırdığında da “o yol” belirir zihnimde.
Yollar var aklımda… Hiçbiri kaçış değil. Her biri sadece biraz daha anlayış, biraz daha yaklaşış ve biraz daha oluş. Ne başladığı yer, ne bittiği yer, ne de rotaydı mühim olan. Her bir hücrem adeta yola karışmış gibi bir parçasıydı yolların. Yol bendi, ben ise yol. Gidenlerin ardından yoldaydım, kalanların önünde. Yollara ayak basmak şöyle dursun, tek başıma ayağa dahi kalkamadığım günlerimde bile hep yoldaydım. Zihnimde adımladım, kokladım, hissettim. Ayaklarım tekrar üzerinde durmama izin verdiğinde ise dokunduk yollarla birbirimize.
Ne zaman ve nereye sorularının önemi olmadı hiç, öncelik hep gitmekteydi. Yol hem rehberdi, hem de yoldaş sergüzeşt ruhuma. Ben yola verirken ruhumun en gizli kapılarının anahtarını, yol da ışık oldu zihnimin zifiri karanlığına. İki eski dostun buluşması gibi içten, iki aşığın buluşması kadar tutkuluyduk. Yol aldıkça yol verdik. Gitmek aynı zamanda gelmek oldu.
Yollar vardı hep aklımda… Sona ermişti tırtıllığım ve pupadan çıkıp kanat çırpmaya başlayan özgür bir kelebektim artık. Ruhumdu kanatlarım... Uçtum... Dünya kanatlarımda.