21 Mart 2017 Salı

Ekinoks


“İlkbahar bir bayram, bir uyanış, bir mucize, bir çılgınlık, olmayacak gibi duran bir şeyin oluşu…” Sait Faik

Geceyle gündüzün eşitliğiyle yeniden uyanıyor toprak ana. 
Güneşli güne ovuşturuyor gözlerini. 
Eriyen karların  suyuyla yıkıyor yüzünü. 
Çiçekli fistanlarını giyinip, mis gibi kokularını sürüyor. 
Kuşlar şakıyor dallarında. 
"Bahar" diye fısıldıyor baharla baharda gelen kelebeklerine konsunlar diye ruhunun derinliklerine. 
Ve bir gökkuşağı beliriyor göğsünde... 
Yine yollar canlanıyor hayalinde o rengârenk kuşağın altındaki bilinmez hazineye. 
Rota yok. 
Plan yok. 
Rehber yok. 
Amaç? 
Sadece o yol. 
Ne varsa yol üstünde yaşanacak.


"Kısa yaşanmışlıklar, yaşanmamışlıklardan daha iyidir." Tayfun Talipoğlu

Işığın karışsın aydınlığa çocukluğumun seyyahı. Yol hikâyelerin sergüzeşt ruhlarda.
Bir çiçek dalında gülümser, yeni bir hikâye fısıldarsın rüzgârla...

14 Mart 2017 Salı

Yollar Vardı Aklımda



Yollar vardı aklımda hep…
Bahçeden dışarı, yola çıkmanın dahi yasak olduğu o günlerde bile yollar vardı aklımda hep. Bahçenin demir kapısının ardındaydı oyunların en güzeli sanki. Bir çıksam o kapıdan “Ne kadar yüksekteler acaba?” diye merak ettiğim gökyüzündeki pamuklara dokunabilecektim.
Mahalle bakkalına bile vizesiz gidemediğim o günlerden biriydi. Okumaya bayıldığım o kalınca ansiklopedilerin birinde gördüğüm bir fotoğraf karesiyle kelimelere döküldü ruhumun çağrısı; gitmem lazım… O içinde kaybolduğum  sayfalarının birinin sağ alt köşesine sıkıştırılmış bir karede aydınlanmış, değişmişti küçücük dünyam. Fotoğrafın altındaki “Chain Bridge-Budapeşte” yazısını okurken bir büyüye kapılmıştım. Masallardaki gibi, çizgi filmlerdeki gibi girivermiştim fotoğrafın içine. Bilmediğim bir ülkenin, pırıl pırıl şehrinin ışıklarıyla kamaşmıştı şaşkınlıktan kocaman açılan gözlerim. Tatlı serin bir rüzgardı ruhuma dolan, o andan hafızamda kalan. “Yol” kelimesinin hissettirdiği de aynı tatlı serinlik her duyuşumda, okuyuşumda, söyleyişimde. Ve hep aynı sarı fotoğraf karesi gözümün önünde. Gitme fikrini ruhumdan alıp aklıma sokan, yolları yoldaş yapan o sarı fotoğrafa bir de arkadaş geldi kısa süre sonra. Bir dağın zirvesinden yamaçlarına doğru uzanan garip şekilli bir yapıydı “Machu Picchu-Peru”. İnkalara ait olduğu bahsedilen o harika yerin haritadaki yeri çoook uzaktı bana. “Yol var mıdır ki o kadar uzağa ve yükseğe?” derken yolların çoktan inşaası başlamış içimde.
Kimine göre şans kimine göre şanssızlıktı ilkokulun ilk beş yılında üç öğretmen değiştirmem. Her birini ayrı sevmiş, her birini ayrı yönlerden kahraman edinmiştim. 5. sınıfta Emel Öğretmenim taa Denizli’den gelmişti sadece bir yıl öğretmenimiz olmaya. Ablamın atlasını gizlice alıp bakmıştım o başka şehrin haritadaki yerine. Oradan bize hediye olarak izciliği getirmiş. Üniformasını ayrı, şarkılarını ayrı sevmiştim. Başlarda sadece etkinliklerde boy gösteren yavrukurtlardandım. Kamp hayatı ile tanıştım sonra. Gitmek için gerekli vize verilir olmuştu. Ordaki kamp ateşi tutuşturdu içimde kıpırdanan “yol”ların fitilini. Kalabalık gruplarla yollara düştüm önce.
Gittim, gitmeyi gördüm, gitmeyi tattım, gitmeyi anlamaya başladım, gitmeyi sevmeye ise çoktan başlamıştım. Hem içime, hem de aşığı olduğum o yollara çıkan kapılar açılmıştı artık bana. Tutabilen beri gelsin. Benimle beraber büyüdü içimdeki gitme tutkusu. Her hayalimde hep aynı yol vardı. Dünya üzerinde gerçekten var olan bir yol mu, varsa neresi olduğunu hala bilmediğim çift şeritli bir yol.  Tasvir edilebildiğim ayrıntıları “asfaltın aşınmış rengi” ve “pusun içinde belli belirsiz görünen ağaçlardan”dan ibaret. “Nereden nereye gider”e dair ne bir ibare var ne de his. Sadece yol. Bunca yıldır adımladığım, geçtiğim onlarca km yoldan sonra bile hala “o yol” aklımda. En kötü anımda içimden “of” diye haykırmak geldiğinde de, mutluluktan göz yaşlarım görüntüyü puslandırdığında da “o yol” belirir zihnimde.
Yollar var aklımda… Hiçbiri kaçış değil. Her biri sadece biraz daha anlayış, biraz daha yaklaşış ve biraz daha oluş. Ne başladığı yer, ne bittiği yer, ne de rotaydı mühim olan. Her bir hücrem adeta yola karışmış gibi bir parçasıydı yolların. Yol bendi, ben ise yol. Gidenlerin ardından yoldaydım, kalanların önünde. Yollara ayak basmak şöyle dursun, tek başıma ayağa dahi kalkamadığım günlerimde bile hep yoldaydım. Zihnimde adımladım, kokladım, hissettim. Ayaklarım tekrar üzerinde durmama izin verdiğinde ise dokunduk yollarla birbirimize.
Ne zaman ve nereye sorularının önemi olmadı hiç, öncelik hep gitmekteydi. Yol hem rehberdi, hem de yoldaş sergüzeşt ruhuma. Ben yola verirken ruhumun en gizli kapılarının anahtarını, yol da ışık oldu zihnimin zifiri karanlığına. İki eski dostun buluşması gibi içten, iki aşığın buluşması kadar tutkuluyduk. Yol aldıkça yol verdik. Gitmek aynı zamanda gelmek oldu.
Yollar vardı hep aklımda… Sona ermişti tırtıllığım ve pupadan çıkıp kanat çırpmaya başlayan özgür bir kelebektim artık. Ruhumdu kanatlarım... Uçtum... Dünya kanatlarımda.